‘Ya şehit ya gazi” olma düşüncesiyle çıktılar yola. Arkadaşları savaş meydanlarında şehit düştü. Onlar ise gazi olarak evlerine döndü.
İstiklal Harbi gazilerinden geriye sadece ‘üç kahraman’ kaldı: Yakup Satar (111), Veysel Turan (105) ve Ömer Küyük (105).
Yaşları 111 ile 105 arasında değişiyor. Yakup Dede Eskişehir’de, Veysel Dede Konya’da, Ömer Dede Çorum’un Çatkara köyünde hayatını sürdürüyor. Yakup Satar, savaş günlerini anlatırken adeta yeniden yaşıyor. Hatıraları o günkü gibi taze. Her detayı net bir şekilde hatırlıyor. Veysel Turan geçirdiği ameliyatların etkisiyle hatıralarını anlatamazken, Ömer Küyük sık sık “Unuttum.” diyor. Yaşlılığın da getirdiği unutkanlık hatıraların birbirine karışmasına yol açıyor. Ancak 105 yaşında olmasına rağmen Küyük, hâlâ evinin önündeki bahçede dolaşabiliyor. Diğerleri evlerinden dışarı adım atamıyor. İstiklal Harbi’nin son tanıkları kahramanlıklarını anlatırken bile gurur yapmıyor.
Bu gazilerin en yaşlısı Eskişehir’in Hacı Seyit Mahallesi’nde yaşayan 111 yaşındaki Yakup Satar. Mahalleli onu yakından tanıyor. Evi sorulunca hemen gösteriliyor. Oturduğu apartmanın yanındaki caminin cemaati son bir yıldır Yakup Dede’nin cumalara dahi gelemediğini aktarıyor. Bunun nedenini bizi kapıda karşılayan kızı Zekiye Hanım açıklıyor: “Eskisi kadar sağlıklı değil artık.” Doğruca bizi babasının kaldığı odaya götürüyor. 1311 (1895) yılında Kırım’da doğan Yakup Satar, 5 yaşındayken Eskişehir’e ailesiyle göçer. Aylarca süren yolculuğu tam hatırlamıyor: “Rüya gibi bir şeydi.” diyor. “Ne zaman asker oldunuz?” sorusuna ise “En son padişah kimse onun zamanındaydı.” cevabını veriyor. Konuşurken nefes nefese kalıyor.
Kızının ifadesiyle “seçkin bir askerdir” Yakup Satar. Alman bir kumandanın, özel görev için seçtiği 200 kişinin içinde yer alır. Bu Gizli Gaz Birliği’dir. Zehirli gaz olarak bilinen o dönemin kimyasal silahının nasıl kullanılacağını öğrenir. Onlar da bu eğitimi cephede savaşan askerlere öğretecektir. “Almanlar gazı nasıl kullanacağımızı bize öğretti. Teneffüs takımı vardı, kafamıza takıyorduk. Bu gaz bir silahla atılıyordu. Patladığı yerde dumanı dağılıyordu. Gaz zehirliyordu.” Gizli Gaz Birliği’nin üyeleri dört ayrı gruba ayrılarak farklı cephelere gönderilir. Yakup Dede, 50 kişiyle Bağdat’ın yolunu tutar. Görev gizli olduğu için kimse haberdar edilmez: “Bağdat’a savaş için gitmedim. Bizim oraya neden gittiğimizi kimse katiyen bilmiyordu. Ne kumandanlar ne başkası.” 10 günün sonunda Bağdat’a ulaşılır. Ancak bir yüzbaşı ve birçok asker hastalanıp geri döner. “Gazdan mıydı?” sorusuna “Hayır” cevabını veriyor.
Halil Paşa komutasındaki Osmanlı askerleri 11 Mart 1917 tarihinde Bağdat’ı İngiliz birliklerine teslim etmiş, ancak Osmanlı askeri yeniden gücünü toplayarak Bağdat’ı kuşatmıştır. Yakup Satar da bu günlerde Gizli Gaz Birliği’nin üyesi sıfatıyla Bağdat’tadır. Ancak bir ay boyunca ‘gazı kullanın’ emrinin gelmesi beklenir: “Bağdat’ta bir ay kadar durduk. Yapacağımız işi bekliyorduk. Askere öğretecektik. İstanbul’u arayınca gazı kullanmayın emri geldi.”
Bağdat’ı kurtarabilirdik
Gizli görevin rafa kaldırılmasının ardından Satar ve arkadaşları müstahkem bir tabura gönderilir. Cephedeki 10 bin askerden biri olur. Bağdat’ın yeniden Osmanlı topraklarına katılması an meselesidir. İngilizler kuşatılmıştır. Havadan kuşatma altındaki İngilizlere erzak gelir. Bir ara un ve üzüm taşıyan bir gemi karaya oturtulup erzaklara el konur. Aynı günlerde, 13 Kasım 1918’de İstanbul İngilizler tarafından işgal edilmiştir. Başkenti işgal edilen cephedeki Osmanlı askerine destek bir türlü gelmez. 5 bin asker şehit olur, kalanlar da teslim olmak zorunda kalır. “İstanbul’dan imdat bekliyoruz. Ama haber alamıyoruz. İngilizler İstanbul’u işgal edince bize takviye gelmedi. İngilizlere sürekli yardım geliyordu. Biz de teslim olduk. Takviye gelseydi Bağdat’ı teslim etmeyecektik. Onları yenecektik. Her şeyimiz vardı.”
Osmanlı askeri teslim olmaya karar verince elindeki silahların ve topun düşman askerine geçmesini istemez. Bütün silahları birbirine çatıp yakar, topları da kullanılamaz duruma getirir. Yakup Satar kolundan yaralıdır teslim olduğunda. İngilizler onu hastaneye sevk eder. Kolunun kesilmesi söz konusudur; ancak İngiliz doktor yarayı bir merhemle tedavi eder. 65 gün sonra taburcu edilir. Kolundaki yaradan dolayı çalıştırılmazken diğer esirler para karşılığında işe götürülür. İki seneye yakın esir kaldığı kampta bir Arap kendine “German, German” diye seslenir. “Ne Almanı! Müslümanım ben.” der. Koynundaki hamaylını çıkartıp Yasin-i Şerif’i okur. Arap şaşırır. Olayı, “İngilizler kurnazdı. Araplara bizi Müslüman değil Alman olarak tanıtmışlar. Esirlerin etrafında Arap olmasını da istemezlermiş. Savaşta Alman vuruyoruz sanıyorlarmış.” diye anlatıyor. Yakup Satar’ın Müslüman olduğunu öğrenmesinin ardından Arap, kaçması için yardım teklif eder.”Nereye gideceğim.” düşüncesiyle bu teklifi reddeder. Bir süre sonra Osmanlı Devleti ile İngilizler arasında esir değişimi yapılır. Yakup Satar da böylece esaretten kurtulur.
Mayınlarla kaplanan deniz yolları İstanbul’a ulaşmasını 22 güne çıkartır. İndiğinde demirlemiş İngiliz gemilerini görür. Bunun üzerine Yakup Dede Eskişehir’e geçer, oradan da Mustafa Kemal’in ordusuna katılır: “Bu tarafta Mustafa Kemal olmuş. Kütahya’da onun ordusuna katıldım. Onun askeri yoktu. Birtakım çoluk çocuğu asker yapmış, ne silah kullanan var ne başka bir şey. Eline silah verilen asker olmuş.”
Yakup Dede, o zamanlar az bulunan makineli tüfeğin markasını daha dün gibi hatırlıyor ve özelliklerini hemen arka arkaya sıralıyor: “322 model, küçük çaplı, mükerrer ateşli, mavzer tüfek.” Makineliyi almasından sonra doğruca Polatlı’daki cepheye dâhil olur. Elindeki dürbünle Ankara’ya 6 saat mesafedeki Yunan askerini izlemektedir. Bu esnada Mustafa Kemal yanına gelerek ne gördüğünü sorar. “Ben de ne gördüğümü söyledim. Dürbünü benden alıp baktı. ‘Düşman ayağımıza gelmiş’ dedi. Askerlere haber verip hareket ettirdi.”
Kazım Karabekir’in kızı ziyaretine gelir
Kızı Zekiye Hanım, babasının takıldığı yerlerde kısa bir hatırlatma da yapıyor: “İki kurşun arasında kalmışsın.” Yakup Dede devamını getiriyor: “Polatlı tarafında sabaha karşı düşman gelip bizim istihkâmlara yerleşmiş. Nöbetçiler de sabah görünce ‘Düşman geldi, düşman geldi’ diye uyardı. Bizim asker geri kaçtı. Ben kaçamadım. Bizim askerle benim aramda bir kurşunluk mesafe var. Arkamda Yunan askeri var. Düşman ateş etmeye başladı. Teslim olsam eziyet edip öldürürler. Bizim askere doğru koşuyorum. Bir kulağımda düşmanın, bir kulağımda bizim askerin kurşunu. Kafama çarpsa ölürüm. Ama Allah tarafından korundum. Kurşun yemeden bölüğüme katıldım.” Yunan askeri, İzmir’den çıkarken askerin kuvveyi maneviyesini kırmak için Mustafa Kemal’in öldüğünü ve onun cesedini alacakları yalanını ortaya atmış. “Biz de buradan onları önümüze kattık. Bir savaşa başladık. Mustafa Kemal’i götüreceklerdi, hâlbuki onları kaçırdık.” diyor. Yakup Dede, savaşın sonunda Eskişehir’in yolunu tutar. Ancak ne annesi ne de babası hayattadır. Eskişehir’de enişteleriyle kalıp uzun süre çiftçilik yapar Yakup Dede. Bir süre de arabacılıkla uğraşır, kızı ise manavlık yıllarını hatırlıyor. 63 yaşındaki kızı Zekiye Tali evlenir ancak genç yaşta dul kalır. Tekrar evlenmesine rağmen ikinci kez eşinin vefatı üzerine babasının yanını taşınarak ona bakmaya başlar. Yaklaşık 10 senedir gazi babasının tek yardımcısı konumunda. “Çocukluk yıllarımızda savaş hatıralarını anlatıyordu ancak masal gibi geliyordu.” diyor. Son yıllarda ziyaretçi sayısında belirgin bir artış var. Bunlardan biri de Kazım Karabekir Paşa’nın kızı Timsal Hanım. “Seni görünce babamı görmüş oldum.” diyen Timsal Hanım önce Yakup Dede’yi kucaklamış ardından da babasına ait bir rozeti ona hediye etmiş. Cami cemaati Yakup Dede’nin vakit namazlarına geldiğini ve namazlarını oturarak kıldığını iletiyor ancak son iki yıldır göremediklerini söylüyor. Hastalıklarından dolayı bu yıl oruç da tutamıyor.
Konya’da yaşayan son üç kahramandan Veysel Turan 20 yıl önce romatizmasının kireçlemeye çevirmesi ile yatağa bağlanmış. Son bir yıldır konuşamadığını söylüyor kızı Saniye Turan. “Hafızası çok sağlam. Zayıflığı yok. Az yer, fazla uyumaz. Ama hastalığı bu hale getirdi.” diyor. 1317 (1901) doğumlu yani 105 yaşında. Uzun süredir kimseyi kabul etmiyormuş. Hastaneden alınmışa benzeyen yatağının başucunda serum düzeneği her an hazır bekletiliyor. Başucunda bulunan çerçeveli Türk bayrağı dikkat çekiyor. Onun kulakları diğer gazilere göre daha iyi işitmesine rağmen konuşmakta en çok zorlananı o. Yüzünde ifade bulmak neredeyse imkânsız. Son yıllardaki böbrek ve kalp yetmezliğinin yanı sıra prostat ve fıtık ameliyatları onu son derece halsiz bırakmış. Ona da yaklaşık 15 sene önce eşini kaybeden 58 yaşındaki kızı Saniye Turan bakıyor. 7 çocuğu, 25 torunu olmuş Veysel Dede’nin.
“Kucağında şehit taşırdı”
Halsiz ve bitkin görünen bu kahraman da savaş meydanlarının cengâverleri arasında yer alıyor. Çocuk denecek yaşında atıyla Ankara’da Mustafa Kemal’in ordusuna katılmış. 1. Tümen Hücum Taburu’nda süvari olarak savaşan Veysel Dede, Dumlupınar, Sakarya ve II. İnönü Savaşlarında yer almış. Kızının babasından dinlediklerine göre Büyük Taarruz’da da yer almış Veysel Turan. Cepheden cepheye koşmuş. Yunanı İzmir’e kadar takip etmişler. Sabah denize ulaştıklarında denizin üzerinin tamamen Yunan şapkasıyla kaplı olduğunu görmüşler. Gemiyle kaçan kurtulmuş, kaçamayanlar boğulmuş. İri yarı bir asker olan Veysel Turan, şehit düşen askerleri kucaklayıp taşırmış.
Eşi Havva Hanım 15 yıl önce vefat etmiş. Konya Maun Sokak’taki evine taşınalı 5 sene olmuş. Son 3-4 yıldır ziyaretçi akınına uğrayan evinde asansör bulunmuyor. “Hatıralarını pek anlatmazdı, gurur gelir diye. Ancak sorarsak anlatırdı. Çok iyi bilirdi.” diyen Saniye Hanım, babasının şimdiki nesle çok kızdığını dile getiriyor: “Biz kurtardık da neden memlekete sahip çıkılmıyor diye hem kızıyor hem de üzülüyor.”
Geçen yıl Yakup Satar ve Veysel Turan’ı son üç tanıktan biri olan Ömer Küyük evlerinde ziyaret etti. Çorum’un İskilip ilçesine bağlı Çatkara Köyü’nün biraz dışındaki ayrı bir mahallede derenin üzerindeki toprak bir evde oturuyor. Kapının önünde bir kum yığını dikkat çekiyor. İki sene önce yeni bir ev sözü verilmiş ancak ne gelen ver ne giden. Toprak evin duvarına asılan bir tabelayla burası adeta müzeye çevrilmiş: “İstiklal Savaşı Gazisi Ömer Küyük’ün Evi”
Ömer Dede geçmişi hatırlamıyor
Son üç tanığın en sağlıklı görüneni olan Ömer Küyük, bahçelerde dolaşıyor, dışarı çıkıp gezebiliyor, yemekleri hiç ayırmıyor. Et, bal, süt, ne olursa yiyebiliyor. Ancak bu sağlığına rağmen Ömer Dede hangi savaşa katıldığını dahi hatırlamadığını söylüyor. Savaşa nerede girdin sorusuna, “Unuttum.” cevabını veriyor. Savaşla ilgili her soruya “Hatırımda değil oğlum.” diyor. Kendisiyle yapılan görüşmelerde 1913 yılındaki Balkan Harbi’ne dahi katıldığı öne sürülüyor. Hatta bu röportajlarda Ömer Dede, savaşları edebi ifadelerle anlatıyor; ancak bugünkü durumu son tanığın böyle bir üsluba sahip olmadığına işaret ediyor.
O da Veysel Turan gibi 1317 (1901) yılında doğmuş. Yani 105 yaşında. Ona ise kızı değil gelini bakıyor. Oğlu Hüseyin Küyük’ün eşi Satı Küyük, dedenin gençliğinde iş yapmaktan hoşlanmadığını söylüyor. “Babası tek oğlum diye çalıştırmamış. Oğulları da büyüyünce hiç çalışmamış. Avcılık ile uğraşır, sık sık keklik vurmaya çıkardı. Torunları ile hep bahçelerde dolaşırdı.” diyor. Oğulları da babalarının savaşta aktif bir şekilde yer alıp almadığından emin değil. “Tebdil-i hava buraya gelmiş. Sonra bölüğüme gideceğim demiş. Gittiğinde savaş sona ermiş, yetişememiş.” diyen oğlu İsmail Küyük, babasının Kurtuluş Savaşı’nda nerede yer aldığını tam olarak bilmediğini söylüyor. Eskişehir’deki gazi Yakup Satar’ı ziyarete gittiğinde Ömer Küyük’e yöneltilen “Yunan savaşına katıldın mı?” sorusuna cevabı “Hayır.” olmuş. Ömer Dede, bu savaştan önce Ağrı’da savaşa girdiğini, ölülerin arasına gizlendiğini, daha sonra kurtularak Ankara’ya döndüğünü aktarıyor.
Gazi Ömer Küyük’ün akrabalarından ve aynı zamanda köylüsü İsmail Küyük ise geçmişte köy odalarında savaşa katılan gazilerin anılarını anlattığını ancak Ömer Küyük’e şahit olmadığını söylüyor. “Ömer Dede diğerlerinin anlattığını hiç anlatmazdı. O zamanlar hastanedeymiş. Orda yardım etmiş. Hastanede çalışmış. Ben kendi ağzından duydum.” diyor. Aslında Ömer Dede’nin savaşta yer alıp almadığı çok da önemli değil. Her ne olursa olsun İstiklal Savaşı’na katılıp ‘Ya şehit ya gazi’ olmak amacıyla evinden ayrılıp 6 sene askerlik yapmış. O da İstiklal Harbi’nin son üç tanığından ve kahramanından biri aslında.