DOLAR
35,19 0%
EURO
36,73 0%
ALTIN
2.968,28 0%
BITCOIN
3.419.874,31 0,2%

Kimileri ‘derviş’ kimileri ‘deli’ diyor

Ahmet Aslan Dersimli. Almanya’da yaşıyor. Türkçe, Kürtçe ve Zazaca şarkılar söylüyor. Geçen haftalarda yıllarca yasak diye giremediği ülkesindeydi hem de CRR’de. Doğu coğrafyasını bilen, dünya veya Anadolu müziğini tanıyanlar için Ahmet Aslan ismi yabancı değil.

Yayın Tarihi: 01.11.2020 03:38
Güncelleme Tarihi: 01.11.2020 03:38

Kimileri ‘derviş’ kimileri ‘deli’ diyor

Ahmet Aslan Dersimli. Almanya’da yaşıyor. Türkçe, Kürtçe ve Zazaca şarkılar söylüyor. Geçen haftalarda yıllarca yasak diye giremediği ülkesindeydi hem de CRR’de.
Doğu coğrafyasını bilen, dünya veya Anadolu müziğini tanıyanlar için Ahmet Aslan ismi yabancı değil. Pir Sultan deyişlerini andıran sözler, geçmişten kopup gelmiş gibi gözükse de Dersim’in acılarına tercüman oluyor âdeta. Aslan, elinden düşürmediği gitarı ve bağlamasının yanında sesini bir enstrüman gibi kullanıyor. ‘Kürt veya Dersim müziği’ tanımlarına katılmıyor “Anadolu müziği vardır.” diyor. Ud, tambur gibi çalgıları es geçmemesi bu sebepten. Liseden sonra resim eğitimine başlayıp bitirmeden İstanbul Teknik Üniversitesi Konservatuarı’na girer. Daha sonra Almanya’ya giden müzisyen şu an alanının en iyilerinden Rotterdam Dünya Müzik Akademisi son sınıfta. 250 bin kişinin katıldığı en geniş müzik festivallerinden Rudolfstad’da sahne almış, Berlin Flarmoni Orkestrası’yla çalmış. 24’ünde hem politik sebeple hem de eğitim sebebiyle ayrıldığı ülkesine ayağı yeni yeni alışıyor desek yanlış olmaz. Geçen haftalarda Cemal Reşit Rey’de (CRR) verdiği konser bu başlangıçlardan biri. Bu buluşmadan hem sanatçının kendisi hem de CRR çok memnundu. Biz de konser öncesi Ahmet Aslan’la bir araya geldik. Şarkılarıyla dinleyeni güzel hissettiren müzisyenden bu sefer kendini dinledik.

-40 yaşındasınız. Yolun yarısını geçmişsiniz. Müziğinizi sevenler yarıdan öncesini pek bilmiyor. Hayatınızın ilk yarısının hikâyesi neydi?

Hikâyem biraz çetrefilli. Dersim Hozatlıyım. Doğup büyüdüğüm topraklarda kalmak vardı. Bıraktığımda Türkiye’de gözaltılar, kaderin nereden nereye savuracağı belli olmayan bir kaos vardı. Zaten potansiyel bir coğrafyanın çocuklarıyız. Tunceli ya da Dersim deyince uçan kuş bile hesap sorardı. Suçlu olman gerekmiyordu. Aktif siyaset içinde olmak gibi bir çabam yoktu. İşin doğrusu, evrene gelmişsin, gözünü açmışsın onu bile fazla görüyorlardı. Başına bir şey gelmese de her zaman seni bekleyen bir ecel vardı. O dönem benim gibi ülkeden ayrılan çoktu. Hâlâ da gitmek isteyenler var. Üstelik bitmiş bir Avrupa’ya.

-Aileniz gidişinizi nasıl karşıladı? Avrupa’ya gittiğinizde hayatınızı nasıl kazandınız?

Hz. İsa’ya atfedilen bir cümle okudum ve her şeyi bırakıp gittim. “Yaşamı yalnız başına kurmak istiyorsan pislediğin yeri terk et.” diyordu. Özgür kalmak için 1996’da Almanya’ya gittim ve kaldım. Orada gitar bölümüne devam ettim Duesseldorf Konservatuarı’nda. Ama bitirmedim. Sonra Hollanda malumunuz. Dünya müziği branşında eğitim alıyorum. Akademilerden nefret ediyorum ama oralardan çıkamıyorum ne hikmetse. Eğitim kendi başına bir manipülasyon. Aslında insan olmaya da karşıyım. Hayatın her yanını manipüle ediyoruz. Yarattığımız formülün kölesi oluyoruz.

-Batı’da yaşıyor, Batılı bir enstrüman çalıyor ama gelenekten ayrılamıyorsunuz. Geleneği bozmuyor musunuz?

Ben geleneği koruma çabasında değilim. Zaten geleneği bozmaya ne senin ne de benim gücüm yeter. Onun korunmaya ihtiyacı yoktur. Dışına çıkarsan deneysel işler yaparsın. Onların da içi yüzde 80 koftur. İster istemez geleneğe geri dönüyorsun. Denizden ayrılırken limanı yıkamazsın. Çok fazla açılırsan boğulursun. Son dört yıldır Tunceli’ye yazın gidip geliyorum. Daha öncesinde yasaklıydım. Hâlâ da her gelişimde 1 saat hava limanında tutuyorlar beni. Aynı isimden bir başkası aranıyor. Bürokratik nedenlerle gelemedim Türkiye’ye senelerce. Politik bir nedeni yok.

-Kaç kardeşsiniz?

Herhâlde 13 varız. Nadiren görüşüyoruz. Ben aile içi asosyal bir insanım.

-CRR’yle nasıl buluştunuz?

Burası detay müziğe hassasiyet gösteriyor. Kalan Müzik’in vesilesiyle oldu. Yoksa sıraya girersin, 20 yıl gelmez. Avrupa’da icra ettiğim müziğe dünya ya da halklar müziği olarak bakıyorlar. Oradaki dinleyici çok farklı. Robot gibi. Sana istekte bulunmuyor. Sen ne sunarsan… Burada elektrik iyi, ortam daha sıcak ama seni alet gibi görüyorlar.

-Avrupa’da albümleriniz nasıl satıyor?

Bilmiyorum. Dünya işleriyle ilgilenmiyorum.

-Sizi dinleyenler hangi dilde şarkı söylediğinizi anlamıyor. Bunu nasıl karşılıyorsunuz?

Evet, biliyorum. Çok sık rastlıyorum. Mesela “Adem evvelinden beri” cümlesini “Adana garından beri” diye yorumlayanlar var. Ama sorun değil, esprili geliyor bana. Sözlerimde ‘eski’ kelimeleri tercih ediyorum. Örneğin Türkçeyi ele alırsak, Veysel’in şarkısı “Gozelligin on par etmez” yerine “Güzelliğin on para etmez” şeklinde İstanbul Türkçesiyle okunuyor şimdi. Orijinal hâli anlaşılmıyor. Kendi dilime ya da Ermenice gibi dillere yapılmış haksızlığı bir kenara bırakıyorum. Türkçeye yapılan bir haksızlık vardır ki, 80 yıla sığmıyor. “Tek toplum, tek ırk, tek dil” politikasından söz ediyorum. Koskoca 600 yıllık Osmanlı’ya bir makas atıldı ve yüzyıllardır yaşayan bir dil 80 yılda unutuldu. Bu haksızlığı gördükten sonra ‘ben iyi durumdayım’ diyorum. Kendi dilimden bir kelime bilmediğim zaman yaşlı insanımdan öğrenebiliyorum ama şu an Osmanlıca öğrenmeye kalksam bunu soracağım bir kuşak yok. Kürtçe ve Zazaca hâlâ yaşıyor.

-Sizin için ‘derviş gibi adam’ diyenler var. Ne düşünüyorsunuz? Kendinize yakıştırıyor musunuz?

Son zamanlarda inanç fanatikleşiyor, medyalaşıyor. Herkes bir yakıştırma yapıyor. Belki ruhani olarak güzel şeylerdir. Fakat abartılı gelebilir. Derviş lakabını son zamanlarda 20 yaşındaki insan dahi alabiliyor. Dervişane olabilmenin belli bir mevsimi var. Bana bazıları da ‘deli’ diyor. Bazıları da aşırı alkolle bu hâle geldiğimi düşünüyor. Bir şeyi alkolle dışarı çıkarıyorsanız bu dış müdahaledir. Bunu bir yapar, iki yapar, üçüncüde yerinizden kalkamazsınız.

-Kürt müziğinin gelişimini nasıl görüyorsunuz? Tambur, gitar, bağlama, ud kullanıyorsunuz. Bunlar bir araya gelmeyecek enstrümanlar gibi gözüküyor. Siz nasıl bir müzik yapıyorsunuz?

Kürt müziği… Bizim bölümden etnolog Martin Grew ve bölüm başkanımız Kemal Dinç’le sürekli konuşuruz. Kürt, Dersim Türk halk müziğini ayrı yere koyanlar var. Ama gelinen aşamada; Anadolu’dan çıkmış her melodiyi Anadolu müziği diye adlandırmak en doğrusu. Örneğin ‘Sarı gelin’ türküsü. Aslı Ermenice ama Türk halk müziği kategorisine koyuyorlar. Mesela “Üsküdar’a giderken” şarkısı. Üzerine dokümantasyon yapıldı. Parça Hırvatistan, Bulgaristan, Yunanistan’a ait çıktı. Hatta etnolog öğrenciler birbirine girdi. Tam 15 ülke bu şarkıyı sahiplendi. Ben kendi adıma Kürtçe, Türkçe, Zazaca demektense Anadolu müziği demeyi tercih ediyorum. Ama bir zamanlar yasaklı bir dilin şimdilerde müziğinin söylenmesi çok güzel. Ayrıca Kürt olsun olmasın genç nesil Kürtçe müziğe yaklaştı. Tabii bunda medyatikleşmesinin rolü var.

-Kürt meselesinin çözümüyle ilgili süreci nasıl değerlendiriyorsunuz?

Aleviler kendini başka bir yere çekiyor, Zazalar başka bir yere. Dersim’de de çok sesli bir anlayış vardır. Kürt siyaseti kendi içinde ayrışıyor. Devlet, iktidar, muhalefetten farklı görüşler çıkabiliyor. Bu sorun çözülmeli. Başka gelecek yok. Ya kendin çözersin ya Amerika gelir çözer, tepene de biner. İran örneğinde olduğu gibi komünisti de inananı-inanmayanı da birden ayaklandı, kendinden olmayanı dışarı attı. ‘Varsa bir problem kendim çözerim’ dedi. İlerici veya gerici temelde. Bizim yaşlıların bir sözü vardır, inanan insanlar da bilir: “Cennet de cehennem de insanın kendi dünyasındadır.” Yani problemin kaynağı da, çözecek olan da biziz.

-Takip ettiğiniz müzisyenler kimler?

Şakiro, Ayşe Şan, Erivan Radyosu’nda çıkan isimleri hâlâ dinlerim. Güncel müziği takip etmiyorum. Yaşlı kayıtlarıyla ilgileniyorum. Anadolu müziği konusunda uzman İtalyan bir gitar profesörü var, Carlo Domeniconi, çok seviyorum. ‘Koyun Baba’ diye bir şarkısı var. Tavsiye ederim.